




alt tarafımdaki güzellikleri bi an önce ışığa kavuşturmam gerek. varolup olmadığından dahi kuşku duyduğum bi insan bana 'proactive' olmamı söyledi ( bu sefer dış dünyadan. kurgusallardan değil, valla bak!). ben de didiklemeye başladım. altımdaki okşayasım gelen, ağrısız tarafları zaten üstten taşıdığımı farkettim.sonra nooldu? biz büyüdük. ama bu sonranın bi de öncesi var tabi.
emine takribi 80 cm boyundaki, ama tamamen iki tekerlekli mavi bisikletini sürmeye çalışıyodu. ne olduğunu anlamadan aradan 16-17 sene geçti. geçmişi daha eski, ama en eski görüntüsü bu. aralarda farklı farklı şeyler oldu. misal farklı farklı yaşlarda (7-20) farklı farklı yerlerde (bahçe-tunus)
farklı farklı ağaçlara tırmandık (badem-dut; ama özellikle dut, hep dut, ölümüne dut). aralarda bi yerde (11-12) kelebek sallamayı öğrendik. en büyülü eğlencemizdi. emine ters tarafından tutup sallayınca elini kesti. ısrarla yıkamadı. dolaştı öyle kanlı kanlı. sonra yine anlamadık, deli gibi büyüdük bi daha. her seferinde yeteri kadar büyüdüğümüzü idda ediyoduk. sonra birisi bize nah! çekiyodu. biz hastırsın diyoduk. format değiştirelim dedik biz de. böylece deliler gibi vafıl yediğimiz günlere doğru bi transformasyon haleti ruhiyesine bürünüverdik. dolapta hamurumuz hazır bekliyodu. ben mayıs ayı konserlerinde ısrarla paltomu giyiyodum.bu yüzden öncesinde dükkan dükkan gezip bana tişört almamız gerekiyodu. emine 'şovalye'sini salonun ortasına kurmuş onbeş dakkada bir yağlıboya tablo boyuyodu. ben papyon peypırlarıma büründüm sabahtan akşama, akşamdan sabaha papyondan peypırlar yazıyodum. üç kişilik bi yatakta iki kişi uyuyoduk. bi de sabahtan akşama kadar ezginin günlüğü dinliyoduk. altlı üstlü evleri birleştirivermiştik böylece. eve uğramaya karar verdiğim bi gün tunalıya gitmeye karar verdik. aslında karar vermemiştik. ama şansımızı zorlayıp eskişehir yoluna çıkınca geri dönüşe en yakın yer orası gibi gelmişti. ne demek istediğimi ben de anlamadım blogcuğum, üzülme o yüzden. sonra sapından kökünden beyaz stüdyomuzda buluverdik kendimizi. ama bu kez içeride değil, dışarıdaydık. emine öküz gibi gülerken resmimi çekti. rüzgarlı havada rüzgara rağmen kibrit de kibrit diye tutturduğumu da gördüm. piiis çakmağımın taşı düşmüştü ve henüz çiidem bana yenisini almamıştı.ama asla ve asla hatırlamak istemediğimiz, ve hatta bizce fotoğraflarımızın da hatırlamak istemediği; ama ısrarla fotoğraflarımıza konuk olan bir de misafirimiz vardı. bu davetsiz misafir kişisi çok uykusuzdu. galerinin tiyatrosunda çalışıyodu. ama deli gibi uykusuzdu. kardeşinin okuduğu okulu
.jpg)
bilmiyodu. tabiiki biz merak etmiyoduk. ama bu bilgi eksikliği ne kadar uykusuz olduğunun belirteciydi, ve kesinlikle belirtmesi gerekiyodu. belirtti. bana belirtti. dört kişi bi cenah oluşturarak o sap gibi bankta bilimum soytarılıklar yapıyoduk. en dertli bendim. kibritim vardı, ve deli gibi bi lodos vardı. ve rüzgara karşı oturuyoduk, ve oturmamız gerekiyodu. ve
tanışmam gereken iki kişi vardı, ve
saçlarımı kontrol edemiyodum. ama dillendiremememden mütevellit davetsiz misafir kişisi tuvaleti olarak beni seçmişti. tüm resimlerimizde o da vardı ve onu asla unut(A)mayacaktık. sonra tunalıya çıktık. salak salak dolanırken birden emine yıllık görüntüsünü yakaladı. tutması gerekiyodu. biz altından girdikçe o üste çıkıyodu.üstün önünü kestikçe, arkadan görünüveriyodu. [ bunu da anlamadım, sıkma canını, bu maymun iştah bende zuhur ettikçe seni de kapatırım elbet,sen de huzura kavuşursun blogcuk.] emine metin olmak istiyodu, çok metin olmak istiyodu, deli gibi metin olmak istiyodu. ne topuk dinliyodu, ne taban, ne oh, ne ah.ben de eminenin deli gibi metin olmasını istiyodum. ama gel gör ki metin emine olmak istemiyodu. üç katlı dükkanları alt üst ettiysek de, emineyi metin edemedik.bi sene sonrasını beklemeye karar verdik. o yüzden bu aralar deli gibi dolaşmamız gerekiyo.
sonra ne oldu?stadda oturuyoduk. ve ben bi sene içinde saçlarımın ne kadar uzadığını m&m'in çektiği resimler üstünden kestiriyodum. sadece bu kez öküz gibi gülmüyodum. ve biz hala yeter dedikçe büyüyoduk..

i have seen it all