30 Aralık 2009 Çarşamba

was that a good life?

bir adet the 'dude' (jeff lebowski olan) umarsızlığıyla yazıcam bunun hakkında bir şeyler. sahiden ertuğrul özkök'ün hayatını 'was that a good life' sorusu üstünden sorunsallaştıracağım. yazdım bunu buraya. şu birikerek çoğalan, çoğalarak devam eden anoteyşınlarımı bitireyim, yazacağım. yemin.
(bu arada sadece şu kadarını belirteyim, uzun zamandır gördüğüm en şahane ironik mesajdı bu başlık. tebrik tebrik)













siren



23 Aralık 2009 Çarşamba

samson





düşündüm de sanki öyle değildi demek istediklerim. ortaklıklar üstünden yoluma pörtlemiş benim öcü diye atfettiğim, yaftalamayı hırsızlığa dek yürüttüğüm, sonra anlamadığım-adlandıramadığım bir sürü ortaklık üstünden gideğenlerimden biriyle eşleştirdiğim.. düşündüm de evet, öyle değildi demek istediklerim. bu başka birşey. söylemek istediğim şey değil, söylemek zorunda kaldığım şey.belki de başka bir şey anlatmalı sana.
ne de güzel tıngır mıngır gidiyordu hayat kendi halinde bugüne kadar. ve nereden bilebilirdim bir taksi şoförünün hiç düşünmeden hayatım hakkında söylediği ve bazı gerçeklikler taşıyan sözlerin, (buna rağmen) hiç umrumda olmayacağını. taksi şoförü amca okuyanları seviyordu. o kadar seviyordu ki, üç çocuğunu da okutmuştu. o kadar çok seviyordu okuyanları. şimdi artık torun seviyordu. hayatının amacı da tam olarak buydu.benim de öyle olmalıydı. belirtti. ben de torunlarımı sevmeyi dahil etmeliydim hayal alemime. belirtti. bunun üstünden planlar kurmalıydım; tüm dikkatimi torunlarımı nasıl daha iyi seveceğim üstüne toplamalıydım. belirtti. ben de acil eylem planı planlamayı planladım. henüz hazırlamadım, ama hazırlayacağım bu planı. böylece en azından uzun dönemdeki hayata dair olan planım çok dünyevi, çok insani, çok ortaki olabilecek. kısa döneme dair herhangi birşey kurgulamadım henüz. her an her şeyi yapmak isteyebilirim. bu yüzdendir ki özene bezene önüme çıkan herşeye el atıyorum. öte yandan her an her şeyi yapmaktan vazgeçebilirim. bu yüzden önüme çıkan herşeye şapşalca ve şuursuzca bir iç rahatlığıyla yol veriyorum. boşverelim bence de, evet! zira ben gerçekliğin hiç bi zaman, herkes için çok cicili bicili olduğunu görmedim. bir grup sıkılmaya mahkum, bir grup sıkılacak vakti dahi olmadığına dair serzenişte bulunmaya. böyle bir şey,evet! cennet belki; ama dünya herkesi aynı anda mutlu edemeyecek kadar umursamaz, umursasa da çaresiz. dahası, herkes aynı anda mutlu olamayacak kadar bencil ve mükemmel. yaratılan her düzlem ve oynanan her oyun şahsına munhasır bir dengesizlikle dengede. tuhaf bir şey dünyalı olmak, dünyaya ait olmak. kişiselliğe indirgemeyeceğim 'sen tut; on dünya spermin arasından birinci ol da..' diye başlayan cümleler kurup. çünkü biliyorum, tam olarak şu anda hayalini kurduğum şey, tam olarak şu anda hayalini kurduğum şekilde hayatıma bahşolunsa bile yeni hayaller kurabilme potansiyelini taşıyorum. öte yandan on yüz bin milyon yıl yaşadığım varsayımından yola çıkarak, ve her yılı ayrı ayrı hesaba katarak, isteyebileceğim her şeyi kurgulayarak, muhteşem bir hayal yaratabilme boyutum da var. buna rağmen önünden berisinden gerisinden ekleme yapabilirim, türüm insan çünkü. öte yandan tek isteğimi yaşadığım her andan keyif almaya kadar indirgeyebilirim. belki de bu yüzden şahit olduğum abukluklardan oluşuyor hayal zincirim, kimbilir. küçükken kovboy olmayı isterdim misal. bir ara astronot olmayı istedim, ama bunu her üç çocuktan ikisi istemiştir zaten. neden padişah kızı değil de ulema olmayı düşlediğime dair bir fikrim yok. bir de neden sınıf olmayı istedim acaba o kadar ünvan varken. adı sevimli,değişik, ulvi,havalı birşey gibi gelmişti herhalde. her gün ayrı bir şey olmak istedim.bunlar on saniye içinde aklıma gelenler. şimdi her an ayrı bir şey olmak istiyorum. işin tuhaf tarafı hepsini aynı anda olmak istiyorum. ama sürekli aynı anda on yüz bin milyon şey olmak istiyorum. ancak o zaman hiçliğe ulaşabilirmişim gibi geliyor nedense. kaldı ki bunu başarabileceğime dair olan inancım da sonsuz.
öte yandan kendimi katil gibi hissediyorum. öyle hissetmemem gerekiyor, biliyorum. ama her kuaföre gidip saçlarıma dair 'kes!' komutunu verdiğimde bunu hissediyorum, kendimi alamıyorum böyle hissetmekten. acayip hüzünlü oluyorum. sürekli 'ama bunu onların sağlığı için yaptım, ama ama gerekliydi ama. ama ben ne yaptımsa onlar için yaptım. ' diye telkinlerde bulunuyorum. aslında katil gibi değil de, cinayete azmettirici biri gibi hissediyorum. sanki yarım saatliğine bir kiralık katil tutuyorum, sonra aynadan cinayet sahnesini bizzat izliyorum. işim biter bitmez de olay mahalini koşar adımlarla terkediyorum.delilleri kiralık katilin kendisine bırakıyorum. belki de bu yüzden bir elin beş parmağını geçmiyor hayatım boyunca saç kestirme amacıyla herhangi bir kuaförün kapısından içeri giriş sayım. bir de farkettim ki, saçlarımı kesen her kuaförcüye, istemdışı öfkeleniyorum. bu yüzden her seferinde başka kuaförcüye gidiyorum. hazırlık hocam durup dururken 'sen aslan burcu musun?' diye sormuştu bir kere. çok ısrar etmeme rağmen de sebebini söylememişti. ders arasında öğrenmiştim. kendisi aslan burcuymuş, aslan burçları saçlarını çok severmiş. ve benim de saçlarıma olan aşkımı hissetmiş. belirtti. bu yüzden sormuş. aslan burcu değildim, ve saçlarıma olan sonsuz aşkımın bu kadar belli olduğunun da farkında değildim.aslan burcu olsam bile, bu aşkın burcumla bir alakası olmadığına inanacağıma emin gibiydim. hatta şu anda eminim. bu yüzden çok ama çok şaşırmıştım bunu duyunca.
ama öte yandan bu kez kuaförden çıkınca çok değişik ve öncekilerden çok farklı hissettim kendimi. zaten kesinlikle kısa kesim yaptırmak bana göre değil. benim için omuz hizası bile kısa saç. sadece artık saçlarım kıçımda değil de,koltuk altımın biraz daha aşağısında. ama yine de öfkelenmem gerekiyordu az önce tanık olduğum cinayetten ötürü; ve hatta bu katliamın azmettiricisi olmamdan ötürü. değildim. zor bir sene geçirdim. yani bundan sekiz ay öncesinde biten son bir sene, yani yaklaşık yirmi ay önce başlayıp sekiz ay önce biten bir senelik sürece 'yaşadık bitti işte.' vari yorumlar getirecek olursam, içimdeki ruhlardan birisi çıkıp 'hadilen!' derse buna karşı çıkamam. 'şşguluk!' diye kalır, yutkunurum. bu da ölçümü için bir ipucu olsun işte. sanki saçlarım kesilince o yaşanmışlıkların hepsi de kesildi gitti. sanki yine kendime dair özlediğim ne varsa aniden döndüler evlerine. bunu tam olarak kuaförcünün 'ne tarafa ayırıyorsun peki saçlarını?' sorusuna verilecek cevabı düşünürken farkettim. aslında o zaman 'acaba???' diye düşünüyordum hala. ama dönüp de 'aslında bilmem, hiç bi tarafa ayırmıyorum galiba. ama ortadan da ayırmıyorum. galiba bu tarafa. ama bu tarafa da olabilir. e bu tarafa ayırıyım madem' şeklinde cevap verince anladım ki ben döndüm. sanki kuş gibi hafifledim. sanki uzun bir uykudaydım da uyanıverdim. aslında bu hissiyatımın bu yanıtın beni ne kadar yansıttığı, çok mu az mı yansıttığıyla herhangi bir ilgisi yok. sadece zamanlar çakıştı diyelim, unuttuğum bir şeyi tam olarak o anda hatırladım gibi birşey.
bunun dışında şuursuzluğum hocalarımın şuursuzluğuyla birleşince çok acayip şeyler yaşıyoruz, bunu farkettim. 'aynen sunum yapar gibi peypır' yazmam beklenebiliyor benden misal. belirtildi. 'guudafternuun' diye başlayıp 'this is the end of my presentation.thanks for your attention' diye biten peypırlar yazabiliyorum. hatta 'is there any question?' da yazsam mı yazmasam mı diye düşündüm bi an. evet!
bir yandan da hala birşeyleri ilk kez, ya da uzun zaman sonra ilk kez deneyimliyor, ya da hatırlıyor olmak mutluluk verici. bu duygu 'korku' olsa bile mutluluk verici. evet, o ruyadaki sarışın insanın ben olduğumu anlamam zaman aldı biraz. peki kabul,iki gün sonra anladım kendimi ruyamda gördüğümü. ama bu kahverengi saç başla da sarı halimi hemen tanımamı beklemiyorum zaten kendimden. güne dair tüm kutsiyetleri ithaf ettiğim zamanda ruya alemim beni gerçekliğin içine çekti. öyle bir çekti ki, şaşırıp kaldım. asla uyanamıycam sandım. sanki ruya gibi değildi, sanki önümdeki hayattan bir kesitti. dahası ruya olmadığını bildiğim için de sonuna dek gitmek istedim. biraz daha görmek istedim. ve benim yanımdaydı. anladım ki anlamlandıramadığımız, ve dolayısıyla tanımlayamadığımız, ve dolayısıyla herhangi bir içerikte yer bulduramadığımız ne var ne yoksa, bize ait olan harmoninin içine bırakacağız özgürce dans edebilmeleri için. ama çok acı olacak. sanırım tam olarak da bu korkuttu beni. kabus olmayan, hatta ruya bile olmayan bir ruyadan ilk kez korktum. dahası uzun zaman sonra ilk kez korktum. sanırım yine bir yerlerde bir yanlışlık, bir yanılmışlık var. yine ilk aklıma gelen şeyleri vücudumdan azad ettim. yine bana gelen şey, bana geldiği gibi gitmedi de kafasına göre takılıp gitti. geçen bana bu yaşta kendimi tıfıl gibi hissettiren derste bir arkadaşa şuursuzluğumdan dert yandım. aslında bunu yapmak istememiştim. ama öyle bir yere gittik ki, şuursuzluğumdan şikayetçi olduğumu beyan etmek zorunda kaldım. aslında değildim. neden böyle bir serzenişte bulunduğumu da bilemiyorum dolayısıyla. sonra bu arkadaş (03 ya da 04 mezunuydu yanlış hatırlamıyorsam) 'boşver ya, yanlış anlamak en güzel anlama şekli bence!' gibi birşey söyledi. sonra 'benceDe 'diyecek oldum, daha iki dakika önce nasıl da şuursuzluğumdan dertlendiğimi belirtmek zorunda kaldığım aklıma geldi. demedim ben de. ama farkettim ki evet, yanlış anlamak güzel bir anlama biçimiydi. fakat yanlış anlaşılmak?? bunu bilemiyorum işte. bunu da tam olarak şu anda farkettim ki bunu şimdiye dek umursamadım ki hiç. peki neden şimdi umursuyorum? neden şu anda 'yanlış anlaşılmış olma' ihtimalim beni tedirgin ediyor? bilemiyorum. ya da yine, ve bu sefer de umursamayacağım ihtimalini düşünmek rahatsızlık veriyor. ama ilklerinadamıilkadambeniilkkezyanlışanlaşılmaihtimalimedairtedirginediyor. tuhaf şey doğrusu.

daha fazla seni sömürmemem gerektiğini düşünüyorum bilog.zaten çok karar verdim, yazdığım ve sevdiğim birşeyi sana yazmıycam bi daha. eh işte diyorsam, bu yayınlanmaya değer bir yazıdır. bunu farkettim ama nasıl olduğunu sonra anlatıcam sana. ama şu kadarını bil ki, buraya yazdığım herhangi birşeyi okuyunca gülümsüyorsam, bu yazı senin üstünde durmayacak demektir. evet.bir yandan da pazar gibi bir günde nasıl iki sunumumun çakıştığına şaşırıyorum, kabul.ama pazar gibi bir günde iki sunum ve aynı saatte..nası ya?
gerçekten öyle demek istememek ben.valla..
belirttim





the man who sold the world