kontrol edemeden düşünüyorum. o kadar çok düşünülmüşlüğüm var ki, tüm bunları düşünürken artık az düşünmeyi ve çok konuşmayı istediğimi farkettim. pes etmek gibi değil de, yorulmak gibi. dinlenmek için de konuşmam gerekiyor. ve bunun için de konuşmaya değer şeyler yaşamalıyım; ve yaşadıklarımı anlatmaya değer bulmalı. anlatmaya çalıştıklarımı unutmamayı istemeliyim, ve her ihtimale karşın tape record niyetine insanlarla paylaşmalı. dahası 'insanlar'ı anlatmaya değer bulmalıyım, ve sözcükleri şaşırmamalı, kafaları karıştırmamalı. konuşmanın dahi ne kadar zorlaştığını düşünüyorum. bunu ben yapıyorum. ve kendimi tutamadan, ne düşündüğümü umursamadan -kıkırdar gibi- düşünüyorum. boşver şimdi bunları, ben sana tüm gelişikliğini masallara borçlanmış bi hikaye anlatayım.
vaktiyle bi kız yaşarmış. bu ben değilmişim. ben sadece anlatıcıymışım (zaten yazıcın olarak neden sana kendi hikayemi anlatayım, demi?) bu kimse değilmiş. peri padişahının kızı değilmiş. ama yoksul köylünün kızı da değilmiş. aslında mutluymuş, sadece farkında değilmiş. hiç durmadan düş görmek istermiş, ve bu yüzden birazcık dalgınmış; hep dolaşmak istermiş, bu yüzden birazcık dağınık.sürekli birşeyler kaybedermiş. bu kaybettiklerini sürekli arar dururmuş ve bulamama endişesi onu korkak yapmış.biraz korkakmış, ve korkunca genelde sıçrarmış. her sıçramasında daha yükseğe dokunurmuş. her yükseğe sıçradığında korkusu biraz azalırmış. giderek daha ve daha sıçrayacağını sanar dururmuş. o her sıçradığında tozlar biraz daha ürkermiş, ve sinekler biraz daha rahatsız olurmuş. bu yüzden kız her sıçradığında tozlar
bulut olur, yerçekimiyle arasına girermiş. ve kız daha yükseğe ve daha yükseğe dokunurmuş. bunu kendinden bilirmiş; ne toza verdiği zararın farkındaymış, ne de yükseliş sebebinin sineklerin kanat çırpışıyla, toz zerreciklerinin bulut oluşturmasından kaynaklandığının. babası üç kazanırmış hergün. ve bu üçü eşit miktarda paylaşması gerekenlere pay edermiş. kız fazlasını mı istermiş, yoksa elindekileri de pay etmeyi mi bunu bir türlü bilemezmiş. bu bilememezlik onu dalgınlığa sürüklemiş. aslında kız sürüklenmemiş, ama dalgınlığı deneyimlemesi yaşamını sürdürebilmesi için elzemmiş.
bir gün bir dervişle karşılaşmış. derviş ak sakallı değilmiş. hatta bilge bile değilmiş. herkes divane olduğunu söylermiş, ama kızgın kazığa gözünü sokacak kadar bilgisizmiş. ne ateşin yaktığını bilirmiş, ne de sivri kazığın battığını. yaptığı bu ahmaklığı unutturmak için diyar diyar dolaşır dururmuş. kendini unutturmaya çalışırmış, ama iki gün önce ayak bastığı memleketi hatırlayamazmış. ne akıllıymış, ne de bilge. yolu bir zaman bir divane köyüne düşmüş. öyle sorular sormuşlarki bu dervişe, konuşamamış, dili lal olmuş. zaten konuşmayı bilemezmiş pek. tek kelimeyle cevaplayıvermiş. o günden beri, dervişi derviş diye çağırmaya başlamışlar. derviş kendini derviş sanıvermiş.
kız böyle dalgınlığa dalsam mı dalmasam mı diye düşünürken, yolu bu dervişin yoluyla bir oluvermiş. derviş gidecekmiş, ama önce şanını yürütmesi için bu kıza birşeyler öğütlemesi gerekirmiş. bir yol göstermiş, ufukta rasgele parmağını sallamış. "gir bu denize, yıkan, doy, öyle çık. işte o zaman anlarsın sana neyin iyi olduğunu." kız sevinmiş. derviş dervişliğini yapmış; o da sevinmiş. sonra bulut içinde kaybolmuş derviş. kız şaşkınlığını üzerinden göndereceği için hafiflemiş, tozlar ve sineklerle birlikte yükselmiş yine yükselebildiği kadar. ufka doğru, denizine doğru yol almış.
bir kaç saat yürümüş.
belki de dakika..
belki de saniye..
belki de hiç yürümemiş. ama çok yürüdüğünü sanmış. denizine girivermiş. ve o anda ormanda bir karanlık hakim oluvermiş. ama olması gerektiğinden daha fazla karanlık olmuş heryer. ışık yokmuş. dervişin deniz dediği, dehlizden fazlası değilmiş. karanlıkmış heryer. öyle ki, kız değil görmeyi, parmağını şıklatsa duyamaz olmuş. ışığa değil, sese, dokunmaya da körleşmiş. vücudunun her hücresinin dönüştüğünü hissetmiş. sorduğu soruyu unutmuş. babasını unutmuş. üç akçenin payına düşen payesini unutmuş. aklından herşey uçuvermiş. sanki uçan bi balonun sepetinden ters sallanır gibiymiş. beyninden kan damlamak üzereymiş, ama kız gülümser dururmuş. hissizliği derviş yüzündenmiş. ama bu hissizliğin getirdiği hafiflikle kız kendini dervişe borçlu hissedermiş. dehlizden dibe düştükçe, balonun kıçında yükselir gibi hissedermiş. zehirden sarmaşıklar kollarına dolandıkça, o tüm tüylerini bertaraf ettiğini düşünürmüş. çelişki deniziymiş denizi, ama o dalgınlık denizinde yıkanıp, tüm ikilemlerini orda bıraktığını sanırmış. sonra birgün bir karga görünmüş kızın gözüne. uzun zamandır kızın algıladığı ilk şey bu kargaymış. karganın ağzında bir aslandişi varmış. aslandişinin yaprakları arasında ince uzun yaprak böcekleri.kız bütün olarak kargayı görmüş, ağzındaki çiçeğe dokunmak istemiş, ve yaprak böceklerini adlandırabilmeyi. yapamamış. kızın sağlam dili lal olmuş. gören gözü kör. kulakları sağır. karganın görüntüsü yitivermiş. yavaş yavaş
bulanıklaşmış. kız hiçbirini tutamamış. neyi görmeye çalıştığını aklına getirememiş. önce yaprak böceklerinden vazgeçmiş, sonra aslandişinden, sonra kargadan. en son bir umutla karganın sesine kulak vermiş. belki arayışları çirkinleştikçe bulması kolaylaşır diye. karganın sesini duyamamış. aradan birkaç saniye geçmiş. ne yaptığını unutuvermiş. ama yine de gülermiş kız. ağzında kocaman, gevrek bir gülümseme varmış. bedeni tutukluluğundan hoşnutmuş. ama neyden hoşnut olduğunu bilemeyecek kadar çaresiz,kendini yitirecek kadar bilgisiz. hatırasına babası gelmiş. peri padişahı olmayan, ama yoksul da olmayan babası. sonra onu da unutuvermiş. artık yeni bir yol ayrımındaymış. ya kent sirkine doğru ilerlemeli, ve soytarılık becerilerini kazanmalıymış, ya da derviş olmayan derviş gibi diyar diyar, tek kelime ederek, gönül gözünü kapatarak, tüm güçsel vasıflarından azad olunarak dolaşmalıymış. kız gözünü kapatmış. gönül gözü kapanmış. akıl gözü kapanmış. önü görülemeyecek bir hayalmiş, berisi hatırlayamayacağı kadar sisliymiş, hakikatse algılayamayacağı kadar gizliymiş.
sonra nooldu? ben düşünüyodum işte böyle yine yolsuz ve de yöntemsiz.sevin hadi, senin hakkında da düşünüyodum. bu senenin neden bu kadar tuhaf olduğunu düşünüyodum. başıma gelenleri düşünüyodum (acımasız, ağrısız, esrarengiz; bi o kadar neşeli, bi o kadar enteresan, bi o kadar ruhani). baktım, bu böyle olmayacak. artık düşünmemeliyim diye düşündüm. olabilitesi olan olmamışların zihnimi doldurmasına bi dur demeliydim. en azından nasıl düşünmeyeceğimi düşünmeliydim.ne senin hikayen, ne benim. belki biraz senin, biraz benim. hiçbirimize ait değil, ama hepimize malolmuş durumda. kendini arama, dur.
sahiden, bi bulut koltuğum vardı benim beş metre aşağıyı kilometrelerce uzaktan gösterebilen, engelleyemdiğim ve kontrol edemediğim şekilde periyodik olarak çekim kuvvetini üstümde deneyen. gitti mi o?
gece, melek, ve bizim çocuklar
(böylece alıntıyız, çok feci alıntıyız)