16 Nisan 2009 Perşembe

cold










dün gece bi rüya gördüm. bana kendimi iyi hissettirdi.diyebilirim ki naylon torbada taşıdığım tavşandan beridir uzanıp geliveren 'iyi hissettirici ruya' sinsilesine eklemlenmiş durumda.ruya bu ya,bulutlar belim seviyesindeydi. kara kara yağmur bulutlarıydı.boyut desen bedenimin üçte biri kadardı.irili ufaklı yağmur bulutları..dokundum.aslında dokunmaktan ziyade parmak attım resmen:).parmağım is oldu.evde bulut yapmayı denemişliğim var buluta dokunma hissiyatına vakıf olabilmek adına.o yüzden bu dokunma sıradanlaşmamalı, önemli bi deneyim.ama işte parmak attıktan ve parmağım is oluverdikten sonra ruya şeklini şemalini biraz değiştirdi.önce bi ruzgar esti, sonra yağmur yağdı.belime inmiş yağmur bulutları beni tepeden tırnağa ıslattı.nisan yağmuruna karşı refleksif bi fobi geliştirir mi insan?farkında bile değilim.gelişip büyümüş o öyle.
başı mı vesile oldu sonu mu bilemiyorum.ama bourn'un moskova'da vuruşup dövüştüğü sarı spor arabanın içinde ve arka koltuğunda scylla taşıdığım ruyamdan beridir hatırlayabildiğim tek ruya.

bunun ötesinde gereksiz ayrıntılar da hatırlıyorum yaşanılanlara dair.geçen gün otostop çektiğim bi amca bana ingilizcemin nasıl olduğunu sordu.bu ne biçim soru diye düşündüm bi an,sonra onun ne şekilde düşündüğünü düşündüm.eh işte,idare eder gibi bi cevap verdim.sonra bana ingilizcemin iyi olmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlatma gereksinimi duydu.tabi,öyle dedim.yetmedi, mezun olunca içine düşmemeye yeminsel bişeyler söylediğim rekabet ortamından ve tutunmanın ne kadar zor olduğunu hatırlatma gereksinimi de duydu.kişisel gereksinimlerinde neden beni nesne olarak kullandığını hala anlayabilmiş değilim.ya ya,dedim ben de.ingilizceni mutlaka ilerletmelisin diye öğütlemeyi ihmal etmedi.ingilizcem de kendi kendini geliştirdi.en ufak bi çaba sarfetmedim bunun için.

damlayla otostop çektiğimiz bi başka gündü.güneş vardı ama ayaz da vardı.kışın güneş açması insanın canını acıtıyor.ormandan kopmuş cümleler kurmuyorum.kışın güneş açınca korkunç bir ayazı beraberinde getiriyor.tam olarak bundan bahsediyorum.öyle ayazlı güneşli bi şubat günüydü.martta olabilir tabi.ama şubattı şubat.neyse biz yine tıpış tıpış durağa gideceğimizi düşünürken spor arabalara karşı olan dağ gibi önyargımı doğrulayacağını baştan kestirmenin hiç de zor olmadığı pejo bi spor araba duruverdi.gel gör ki ayrancıya gidiyodu.dingil diğer kapıdan çıkmayı değil,meclis kavşağından dönerek ayrancıya gitmeyi kestirme yol biliyodu.çok artist bi şekilde ön koltuğu yatırdı.damla arkaya hopladı(ön koltukla arasında 10cm'lik bi mesafe vardı tahminen).ben de öne oturdum.biz biner binmez insan kişisi ankarada araba kullanmanın ne kadar nefret bişey olduğundan bahsetti.sonra araya istanbullu olduğunu sıkıştırdı.bi kaç bişey daha söyledi.her diya(mono)log repliğinin arasında sen nerde öğrendin araba sürmeyi peki,dememiz gerekiyodu.biz demedik.halimiz yoktu.zira daha ankara pasajına yürüyüp film sardıracaktık.enerjimiz bize lazımdı.dikkat etmedik yani.ama dememiz gerekiyodu artık.demeliydik.çünkü insan kişisi acı çekmeye başlamıştı.bi yandan da bir türlü hız yapamamaktan şikayet edip duruyodu.üstelik bize bahtımızın o kadar da kötü olmadığını hissettirmişti.zorla kendimizi sevindirmek ve 'benim bahtım var;hem de güzel' balon iddamızı ispatlamak istemiştik.ve bu amaçsız amaçlarımızın ön ayakları olmuştu insan kişisi.biz de dedik.ben dedim.sırtından çıkarmaya üşendiği çantasıyla damlanın çocuğun gönlünü hoş etmeye hali yoktu.ni'york'ta öğrendim ben dedi insan kişisi.ni'york'un neresinde araba kullanmayı,üstelik de hızlı araba kullanmayı öğrenmiş olabileceğini düşündüm bi süre.derken, aniden birisini aradı telefonla."seni seviyorum demek literatürde liberal midir?" sorunsalının cevabını acilen öğrenmesi gerekiyodu.bunu tam olarak o anda,eskişehir yolu trafiğinde yapması ve hazmetmesi gerekiyodu.zaten hız yapamıyodu ve canı gerçekten çok acıyodu.ben bu sorunsalın kulak yanılsaması olduğunu düşündüm o an.ankara pasajı,sarma film,orta dünya..aklımdan uçuverdi.telefon edilen insan kişisiyle aynı ızdırabı paylaşıyor olmam kuvvetle muhtemeldi.ki,şoför insan kişisi aynı soruyu tekrarlamak zorunda kaldı.bu sürecin başından sonuna kadar neden damlayla aynı yüz şekline sahip olduğuma bu kadar emin olduğumu düşündüm ben de.o kadar dakikadan,kilometreden,oksijenden..yani tüm konsptten beni dipten ve gerçekten düşündüren tek şey pejo panteriydi.o panter sayesinde ortak olan 'an'dan bişeyler hissedebildim. ve pantere karşı olan sempatimden ben sorumlu değildim.kendini tamamen kendisi geliştirmişti.
yine böyle bi kış günüydü.onbeş günde toplam onbeş saatlik uykunun verdiği yorgunluğu,insanlıktan çıkmışlığı her nasılsa hissetmiyodum.uyumayı bile düşünmüyodum.gideceğim güzergaha giden araba bulmanın verdiği mütiş ve anlamsız sevinçle kaderle cilveleşiyodum.ne sınavın vardı bugün,sorusu ruhumun bedenime dönüşünü sağladı.bölümden bi tane sınav vardı,diye cevapladım.dersin adı neydi peki,diye irdeledi.conta dedim ben de.conta mı diye sanırım şaşırdığını belirten başka bi soru sordu.hıhı, demekle yetindim.nedense conta'nın contemporary olduğunu açıklama gereği bile duymadım.yol boyunca bir daha konuşmadık.konuşmamaya karar vermemiştim.açık radyonun dahi delemediği bir sessizlik gelişivermişti.kendiliğinden,öylesine..

bi uyandım,burun tıkanıklığım neden ruyamın sonradan abuklaştığını bana bir güzel açıkladı.burun tıkanıklığım dokuz gün önceki nisan yağmurunun bana verdiği bi hediyeydi.kendimi pikaçu gibi hissettim.ve dışarda yaamur yağıyordu.ama bu sefer ben yoktum.
beni bulamazdı.
açelya